• https://www.facebook.com/Atayurtyayinevi
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905441604432
  • https://twitter.com/atayurtyayinevii
  • https://www.instagram.com/atayurtyayinevii
  • https://www.youtube.com/channel/UCsY1oU1zXjT-N59GjiSQDrQ
  • Anasayfa
  • Favorilere Ekle

“Her büyük meydan muharebesinden ve her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem doğmalıdır, doğar. Yoksa başlı başına bir zafer, boşa gitmiş bir gayret olur.” GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

BÜYÜK TAARRUZ VE BAŞKOMUTANLIK

MEYDAN MUHAREBESİ

(26, 30 Ağustos 1922)

  

            Sakarya Meydan Muharebesi’nin getirdiği haklı Zafer’den sonra Meclis içindeki ve dışındaki muhalif olsun-olmasın herkes, kısacası Türk Ulusu’nun tamamı Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in çevresinde adeta kenetlendi.

O’na karşı olanlar bile, Sakarya Zaferi’nden sonra, kesin sonuç getirebilecek bir Büyük Zaferi ancak Mustafa Kemal’in sağlayabileceğine olan inancını ifade ediyor ve bu konudaki düşünce ve arzularını dile getiriyordu.

            Başkomutan Mustafa Kemal, Milli Mücadele’nin başladığı günden buyana, Tam Bağımsız Türk Devleti’ni yaratmanın, “Düşmanı Vatan’ın Bağrında Boğmak!” ile mümkün olabileceğini, bunun ise ancak baskın tarzında bir taarruzla gerçekleşebileceğini biliyordu.

Ancak, taarruzun yüksek ateş gücü ve asker sayısı bakımından üstünlük, seri hareket ve çok çabuk manevra kabiliyeti gerektirdiği açık bir gerçekti. 

Oysa Türk Ordusu, bu nitelikleri bakımından, emperyalist güç odaklarının tetikçisi ve istilacı Yunan Ordusu’nun yarı gücüne bile sahip değildi. Onun için bir taarruza girişmeden önce yapılacak ilk iş; Ordu’nun Sakarya Meydan Muharebesi esnasında yitirdiği silah, teçhizat vb malzemelerini tamamlamak ve yeterli asker sayısını temin etmekti. Aksi halde bir taarruza kalkışmanın başarısızlıkla sonuçlanması kaçınılmazdı.

            Mustafa Kemal ve karargâhındaki yakın çalışma arkadaşları böyle düşünüyor ve hiç zaman kaybetmeden dikkatli ve hızlı bir şekilde bütün eksiklikleri gidermeye ve bunu yaparken de düşmanda en küçük bir şüphe uyandırmamaya gayret ediliyordu.

            Düşmanı Anadolu Toprakları’ndan söküp atmak asıl amaçtı. Bir taarruz mutlaka yapılacaktı. Ama zamanlama, gizlilik ve bilgi sızdırmama konusu çok önemliydi. Hatta TBMM’ne bile ne zaman ve nerede, nasıl bir taarruz yapılacağı konusunda henüz bilgi verilmemişti.

Gazi Mustafa Kemal, bir yandan bir an evvel taarruza geçilmesi konusundaki yoğun baskılara direnirken, diğer taraftan da, öncelikle Doğu ve Güney Cepheleri’ndeki birliklerin önemli bir kısmı ile gerekli araç ve donanımlarının, büyük bir düzen içinde ve sessizliğe özen gösterilerek Batı’ya kaydırılmasını sağladı.

Ayrıca, ordunun silah eksikliği, İstanbul askeri depolarındaki çok miktarda silah ve cephanenin, deniz yoluyla ve büyük gizlilik içinde Anadolu’ya kaçırılmasıyla kısmen giderildi.

Başkomutan, 1921 senesinin güz aylarından Haziran-1922 ortalarına kadar, Anadolu’nun ve Türk Ulusu’nun bütün imkânlarını, topyekûn bir savaş stratejisi içinde değerlendirerek, Türk Ordusu’nu, hiç değilse, Yunan Ordusu’na denk bir duruma getirdi. Yaklaşık on aylık bu süre içinde, özellikle yeni katılan askerler başta olmak üzere, ordu sürekli eğitime tabi tutularak, kesin sonuç alınabilecek bir taarruz için hazırlandı.

            Batı Cephesi’nin hazırlığı oldukça umut verici bir şekilde ilerliyordu. Mustafa Kemal, Büyük Taarruz kararını Haziran-1922’de vermişti.

Karargâha zamanla yaptığı ziyaretlerde, kesin tarih vermemekle birlikte taarruzun yakın bir zamanda gerçekleşebileceğini ve hazırlıkların buna göre tamamlanmasını ordu ileri gelenlerine açıkladı.

Son olarak 28-29 Temmuz 1922 tarihlerinde, Batı Cephesi’nin Akşehir’deki karargâhına yaptığı ziyarette Cephe Komutanı İsmet Paşa ve futbol maçı seyretmek bahanesiyle topladığı komutanlarla görüştü.

Büyük Taarruz hazırlıkları tamamlandıktan sonra, son dakikaya kadar dışarıya hiçbir şekilde bilgi sızdırılmamasına ve Yunan Ordusu’nun ise hiçbir şeyden şüphelenmemesine özen gösterilmesini istedi. Yapılacak hareketin tam bir baskın tarzında olacağını da ayrıca belirtti.

Bu dönemde Yunan tarafı Anadolu’daki gelişmeleri öğrenme şansından yoksun olduğu için nispeten rahat bir duruma geçmiş ve ordusunun esas ağırlığını Eskişehir ile Afyon arasında toplamıştı. Diğer iki kolordu da birisi İzmir, öbürü de Bursa yolunu kapatacak şekilde yerleştirilmişti. Kolordulardan birisi Afyon’un Güney ve Doğusu’nu korumak amacıyla Afyon’da, bir diğeri Seyitgazi’den Sakarya’ya uzanan bölgede ve güya Eskişehir’i korumakta ve üçüncüsü ise,  her iki kolordunun ortasında ve Döğer-İhsaniye bölgesinde konuşlandırılmıştı.

Her iki tarafın bildiği bir gerçek daha vardı ki; o da, cephenin en hassas yerinin Afyon’dan güneyindeki Ahır Dağları’na kadar olan bölgeydi. Ancak, burası Yunan cephesinin en iyi berkitilen yerlerinden biriydi.

Mustafa Kemal Barış Kapısını Son Kez Aralıyor

            Cephelerde durum böyle seyrederken; Başkomutan Mustafa Kemal planladığı mücadele stratejisine uygun olarak, bir yandan ordunun hazırlanmasını sağlarken, diğer taraftan da İtilaf Devletleri kamuoyunu etkilemek ve Türk Ulusu’nun haklı mücadelesini dünyanın dikkatine sunmak için diplomatik yolları da kullanıyordu. 

Barış Kapısı’nı son bir kez daha aralamak ve gereken desteği bulduğunda da açmak için arkadaşı Fethi(Okyar) Bey’i, gerekli temaslarda bulunmak için Fransa ve İngiltere’ye gönderdi. Fransa Dışişleri Bakanı Fethi Bey ile yaptığı görüşmede sözü bir o yana, bir bu yana dolandırmaktan öteye bir şey yapmamıştı.

Her iki devlet, barış için uzatılan eli sıkmamıştı. Hatta İngiltere Dışişleri Bakanı Fethi Bey’e randevu dahi vermemiş ve görüşmemişti bile. Bu durumda nihai barış girişiminden de olumlu bir sonuç çıkmadı.

Gelişmeler sonucunda Fethi Bey’in Londra’dan Mustafa Kemal’e gönderdiği telgraf, “Ulusal amaçlarımızın sağlanması ancak askeri faaliyetlerle mümkün olabilecektir.” ifadesini içeriyordu. Özellikle İngiltere, Doğu’da barış için istekli değildi.

Gazi Mustafa Kemal’in barış için uzanan eli bir kez daha havada kalmıştı. Ama bu O’nun beklediği sonuçlardan biriydi. Pek şaşırmadı. Bu gelişmeler üzerine O, bir yandan yurt gezilerini de ihmal etmiyor ve böylelikle Türk Ulusu’nu haklı mücadelesine ve sonrasında yapılacak olanlara hazırlamaya çalışıyor, hem basın yoluyla ve hem de halkla doğrudan temas kurarak, Ulusun bilgilenmesine gayret ediyordu.

Büyük Taarruz Başlıyor(26 Ağustos 1922)

            Milli Mücadele Tarihimizde, “Tam Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve bu devletin ilk ve eşsiz Büyük Önderi’ne hayat veren Muharebe” olarak da adlandırılan Büyük Taarruz, tam bir baskın tarzında saldırının gerçekleşmesiyle tanımlanan ve Büyük Zafer’le sonuçlanan bir muharebedir.

Diğer bir ifadeyle, emperyalist güçlerin maşası ve tetikçisi konumundaki Yunan Ordusu’nun bertaraf edilerek, Anadolu’yu İstilacılardan Kurtaran, dünya yüzündeki ender muharebelerden biridir.

Başkomutan Mustafa Kemal, önce 6 Ağustos 1922’de, Büyük Taarruz’a hazırlanılması için gizli emrini verdi. Gerekli hazırlıkların tamamlanmasının ardından 20 Ağustos günü ise, 26 Ağustos 1922’de sabahın erken saatlerinde taarruz edileceğinin komutanlara bildirilmesini istedi. Bu arada, gizliliğe verilen önem gereği, haber henüz Hükümet’e ve Meclis’e duyurulmamıştı.

            Mustafa Kemal’in en çok üzerinde durduğu konular gizlilik ve dışarıya haber sızmamasıydı. Hatta düşmanın haber almasını önlemek bakımından, kendisini Ankara’da gibi göstermek için yabancı diplomatlara bir çay davetinde bulunulmuş, ama bu davete katılmayarak, büyük bir gizlilik içinde Konya üzerinden Batı Cephesi Karargâhı’nın bulunduğu Akşehir’e gitmişti.

Kısa bir süre sonra da, 24 Ağustos günü, Batı Cephesi Karargâhı’nı Akşehir’den taarruz cephesinin hemen gerisindeki Şuhut’a, bir gün sonra da muharebenin idare edildiği Kocatepe’nin güney batısındaki çadırlı ordugâha naklettirmişti. Birlik nakillerinin gece yapılmasını ve askerin gündüzleri yakın köylere ve ormanlık alana dağılarak farklı işlerle meşgulmüş gibi gösterilmesini özellikle emretmişti.

            Zaman gelmişti. Başkomutan Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Batı Cephesi Genel Komutanı İsmet Paşa ve karargâhlarının savaş kademeleri, 26 Ağustos 1922 günü sabahın 03.30’nda atlarına bindiler ve Kocatepe’ye doğru yola koyuldular.

Kocatepe’ye ulaştıklarında, Başkomutan beklemeksizin dağın doruğuna gelip, aşağıya baktı. Her yan sis içinde olmasına karşın, görebildiği kadarıyla etrafına bir göz gezdirdi. Bir süre sonra sis dağılmaya, Afyon Kalesi ve yüksek tepeler belirmeye başlamıştı ki, Başkomutan İsmet Paşa’ya beklenen emri başıyla yaptığı bir işaretle verdi. 

Büyük Taarruz 26 Ağustos 1922 günü ve saat 05.30 sularında, komutanların, sanki bir top gürlemesini andıran “Ateş!” talimatıyla ve Türk Topçusu’nun tanzim atışlarıyla başladı.

Yer gök zangırdıyordu sanki. Yunan mevzilerine, direnme merkezlerine, makineli tüfek yuvalarına, yerleri önceden tespit edilebilen topçu bataryalarına ve tel örgülere düşen top mermilerinin göğe savurduğu toprak uzaktan bile görülebiliyordu. Gök toprak olmuş da yere yağıyor gibiydi.

Yunanlılar böylesi bir ateşle hiç karşılaşmamış olacaklar ki, Birliklerde büyük panik başladı. Tepeler sanki alev almış yanıyordu. Toplar yaklaşık 30 dakika kadar hedeflerini dövdüler. Yunan siperleri ve gözetleme yerleri dahi yerle bir oldu.

Topçularımızın büyük isabet kaydettikleri ateşler Yunanlılara göz açtırmıyordu. Top atışlarının ardından başlayan piyade hücumu ise tanımlanacak gibi değildi. Göğüs göğüse çok şiddetli ve kanlı çarpışmalar başladı.

İlk gün cephenin kilit noktalarından bazı yerler ele geçirildi. Bir kısım hassas noktalarda da önemli gelişmeler sağlandı. Hatta ilk günün gecesinde Fahrettin(Altay) Paşa komutasındaki Süvari Kolordusu, çok güç şartlar altında ve geçilmesi imkânsız gibi görünen Ahır Dağları’nın uçurumlarla dolu sarp yamaçlarındaki çizgi gibi patika yoldan, yöreden bir köylü gencin rehberliğinde geçerek, Sincanlı Ovası’na indi ve düşman gerisinde büyük panik yaşanmasına neden oldu. Yunanlılar, tam anlamıyla olmasa bile kısmen sarmala alınmıştı.

İkinci gün Yunan Cephesi yarıldı ve düşman birlikleri, pek de düzenli olmayan bir şekilde Afyon ve Sincanlı Ovaları’na dökülmeye başladı. Yaşanan bu yoğun çarpışmaların ardından 27 Ağustos 1922 günü Afyon istilacıların elinden kurtarıldı. Başkomutan, düşman cephesinin çökertilmesinden sonra, Ordusu’na, düşmanın İzmir ve Kütahya yönlerine çekilmesini önleyecek önlemleri aldırdı.

Başkomutanlık Meydan Muharebesi(30 Ağustos 1922)!

Başkomutan Mustafa Kemal’in Türk Ordusu’na yaptırdığı muhteşem manevralarla Yunan Ordusu’nun o bölgedeki birliklerini, 28 Ağustos 1922 tarihinde, Dumlupınar’ın kuzey kesiminde kuşattırdı. Yunan Ordusu Başkomutanlığı’na henüz getirilmiş olan ve karargâhlarıyla haberleşme olanakları kalmadığından bundan henüz haberi bile olmayan General Trikopis kumandasındaki beş tümenlik düşman kuvvetinin, Aslıhanlar mevkiinde çembere alınmasını sağladı.

Düşman askerleri, kendi içindeki koordinasyonun kopması, emir-komuta zincirinin işlememesi ve diğer taraftan da Türk Ordusu Süvari Birlikleri’nin dört bir yandan amansız baskınları neticesinde şaşkına dönmüş, ne yapacağını bilemez duruma düşmüş ve Türk Birlikleri’ne teslim olma ve sığınma noktasına kadar gelmişti.

Buna karşın, bir kısım komutanların halen çarpışmaya devam emriyle yoğun ve kanlı çarpışmalar da yaşanıyordu. Bu kopuk ve dağınık konumda yaşanan ve 28-29 Ağustos tarihlerinde, iki gün süren kanlı çarpışmalar Yunan tarafının büyük kayıplarıyla sonuçlandı. Önemli sayıda düşman askeri de esir alındı.

Ancak alınan bütün önlemlere karşın, çarpışma ortamının doğal gereği olarak, Aslıhanlar Mevkii’ndeki çemberden kurtulabilen ve sayıları yaklaşık beş bin kişiye ulaşabilen ve o bölgedeki Yunan Birliği’nin merkezi gücünü oluşturan bir Birliğin Uşak istikametine doğru çekildiği istihbaratı alındı. İşin başka bir önemli yanı da Yunan Ordusu Başkomutanı ve karargâhının bu birliğin başında bulunmasıydı.

Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal, cephenin en ön saflarına geçti ve 30 Ağustos 1922 günkü çarpışmaları bizzat yönetti. Düşman askerleriyle karşılaşma Uşak’ın Çal Köyü mevkiinde oldu. Yunan Kuvvetleri’yle sert ve kanlı çarpışmalar başladı. Başkomutan, bütün ihtimalleri değerlendiriyor, düşman kuvvetlerin çemberi yarmalarını engellemek için gereken her önlemi aldırıyor ve düşmanın, bulunduğu yerdeki Türk Köyleri’ne ve dolaysıyla Vatandaşlarımıza daha fazla zarar vermesini engellemek için çabucak bertaraf edilmesi ve çarpışmaların bir an evvel sonuçlandırılması için askerlik mesleğinin bütün gereklerini yerine getiriyordu.

Çembere alınmış düşman kuvvetleri çok kayıplar verdi. Çarpışmalara halen devam ediliyor olması münasebetiyle düşmanın büyük çoğunluğu bertaraf edildi. Diğerlerinin de zaten teslim olmaktan başka çareleri kalmamıştı.

Sonunda, çarpışmalardan sağ kalanlar esir alındılar. İki gün sonra da, 2 Eylül 1922 günü General Trikopis ve beraberindeki karargâh subayları teslim oldular ve Trikopis ile yakın kurmay heyeti Başkomutan Mustafa Kemal’in huzuruna çıkarıldı.

Mustafa Kemal Yunan Ordusu Başkomutanı General Trikopis’i, Türk Ordusu Başkomutanı’na yakışır bir tavırla ve esir alınmış bir asker gibi değil, aksine bir misafir gibi kabul etti. Yunan haberleşmesinden edilen bilgilere göre, General Hacianesti yerine Başkomutanlığa atanmış olduğu haberini verdi ve kısa konuşmalardan sonra bir arzuları olup-olmadığını sordu. General Trikopis ise, eşinin İstanbul’da olduğunu belirterek, hayatta olduğunun bildirilmesini istedi. Başkomutan, İsmet Paşa’ya, “Gerekeni yapın!” emrini verdi ve ardından esir komutanlar ayağa kalkarak, Mareşal Gazi Mustafa Kemal’i büyük bir saygıyla ve bir asker gibi selamlayıp, ayrıldılar.

Saygılarımla…

 

 CENGİZ ÖNAL

TARAKÇIOĞLU

            



18399 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Takvim
OKUR KİTABEVİ